Türkiye’de spor federasyonlarının ve milli sporcuların hukuki niteliği hep tartışılır.

Belki de Türk spor hukukunun en tartışmalı konuları arasında spor federasyonlarının, sporcuların ve milli sporcuların statüleri başı çekiyor.

Maalesef devlet mahkemeleri bu konular hakkında çelişkili kararlar veriyor.

Spor federasyonlarının özel hukuk tüzel kişisi olarak nitelendirildiği kararların karşısında spor federasyonlarının kamu tüzel kişisi, kamu kurumu olarak kabul edildiği kararlar görüyoruz.

Bu konuda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2019 yılında verdiği bir karar çok önemli.

Güney Kore’de gerçekleşen Dünya Atletizm Şampiyonası’nda başlayan olaylar Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulu’nun verdiği bir milli sporcuya verdiği ceza kararının SGM Tahkim Kurulu tarafından kaldırılması ile yeni bir boyut kazanmış. Milli sporcu, kendisi hakkında çeşitli iddialar ortaya atan ve hızını alamayıp ihbar dilekçesi veren milli takım antrenörünü savcının önüne çıkartmış. Dosya büyümüş, büyümüş, sonunda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun önüne gelmiş.

YCGK, iftira suçunun oluşup oluşmadığını tartışırken Türkiye Atletizm Federasyonu’nun kamu tüzel kişisi olup olmadığını, federasyonun disiplin kurulunun idari yaptırım uygulayabilecek bir makam olup olmadığını değerlendirmiş.

YCGK, iftira suçunun iftira suçuyla ilgili değerlendirme yaparken, Türk Ceza Kanunu md. 267/1’de öngörülen “ya da idari yaptırım uygulanmasını sağlamak için…” ibaresindeki “idari yaptırım ve bunu uygulayacak makam” ifadelerinin kapsamını açıklamış.

YCGK, idari yaptırımların farklı makamlar tarafından nasıl tanımlandığını açıklamış ve idari yaptırımların özelliklerini değerlendirmiş.

YCGK, disiplin cezası gerektiren bir fiilin isnat edilmesi durumunda da iftira suçunun oluşacağını ortaya koymuş.

YCGK, iftira suçunun oluşabilmesinin temel kuralı “’idari yaptırım uygulayacak (disiplin soruşturması yapacak ya da ceza verecek) makamın kamu gücünü kullanan, bireylerin idare tarafından idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışlarına yaptırım uygulayacak, daha öz bir tarifle devletin çeşitli kurum ve kuruluşları” olmasıdır.

YCGK, özel hukuk hükümlerine tabi kurum ya da kuruluşlar bu kapsama giremeyeceğini açıkça ortaya koymuş.

YCGK, gençlik ve spor organizasyonlarının kamu hizmeti olduğunu kabul etmiş ve 3289 Sayılı Kanun kapsamında yaptığı değerlendirmede spor federasyonlarının hukuki niteliğini tartışmış.

YCGK, “federasyonun dayanağını kanundan alması, karar ve işlemlerinin denetiminin Spor Genel Müdürlüğü bünyesindeki Tahkim Kurulu tarafından yapılması, Devlet tarafından federasyonlara mali yardım yapılması, yapılan yardımların amaca uygun harcanıp harcanmadığının denetiminin Genel Müdürlükçe gerçekleştirilmesi, faaliyet alanlarının kamu hizmeti niteliğindeki spora ve bu husustaki faaliyetlerin eksiksiz yürütülmesine ilişkin olması karşısında, aralarında Türkiye Atletizm Federasyonunun da bulunduğu bağımsız federasyonların kamu tüzelkişisi oldukları kabul edilmesi” gerektiğine işaret etmiş.

YCGK, Türkiye Atletizm Federasyonu’nun kamu tüzel kişisi olduğunu kabul ettikten sonra Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulu’nun ceza kararlarının idari yaptırım niteliğinde olduğu ve federasyonun TCK md. 267/f. 1’de yer alan “yetkili makam” niteliği taşıdığı sonucuna ulaşmış.

YCGK, beyanları ve iddialarıyla milli sporcunun federasyon ceza kurulu tarafından cezalandırılmasına sebep olan milli takım antrenörünün iftira suçunu işlediğine karar vermiş.

İFTİRA EDEN ANTRENÖR KİM?

Yukarıda mahkemenin teorik değerlendirmesini ve uyuşmazlığı nasıl nitelendirdiğini anlattım.

Peki somut olay ne idi?

2011 yılında Güney Kore’de gerçekleşen Dünya Atletizm Şampiyonası’nda garip işler dönüyor.

TAF’ın milli antrenörlerinden biri milli sporcu hakkında ihbar dilekçesi veriyor.

Bu antrenör, dilekçesinde  “(milli sporcunun) kendi müsabakasından bir gün önce gece saat 02.30 sıralarında Amerikalı sporcularla sohbet ederken tespit edildiğini, antrenörleri tarafından odasına gönderildiğini, aynı davranışların daha sonra da devam ettiğini, kalınan tesise sabah saat 04.30’da erkek bir sporcu ile gelirken milli takım antrenörlerinden (X) tarafından tespit edildiğini, bu tarz davranışların spor ahlakına yakışmadığına...” ilişkin iddialara yer vererek milli sporcu hakkında disiplin soruşturması başlatılmasını sağlamış.

Sanığın ihbarı üzerine, Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulu, “sportmenliğe aykırı hareket” yakıştırması ile sporcuya 30 gün yarışmalardan men cezası vermiş.

Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu 18.11.2011 gün ve 2011/123 – 2011/191 Esas – Karar sayılı kararı ile “olaya dair bilgileri olduğu öne sürülen…, Muharrem Or, Ertan Hatipoğlu ve Nagihan Karadere’nin beyanları karşısında, katılana isnat edilen eylemlerin sabit olmadığı gerekçesiyle itirazın kabulüne ve Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca verilen cezanın kaldırılmasına” karar vermiş.

Milli sporcu, cezalandırılmasına sebep olan federasyon antrenörünün iftira suçundan cezalandırılması için savcılığa başvurmuş.

TÜRKİYE ATLETİZM FEDERASYONU NE YAPTI?

Bu olay kapsamlı şekilde tartışılabilir.

Ancak şu var ki, iftira suçundan ceza alan antrenör, hak ettiğini bulmuş.

Öncelikle, kendi antrenörü sporcusunu görüp söz söylemezken, bu antrenöre ne oluyor? Sen kimsin? Sana ne?

Bir kadın sporcunun saat 04.00’da antrenman sahasından otele bir yabancı erkek sporcuyla geldiğini kendi gözleriyle görmemesine rağmen böyle bir olayın gerçekleştiğini iddia eden, bunu defalarca dile getiren, bir de utanmadan federasyona dilekçe verip sporcunun cezalandırılmasını isteyen bir antrenör elbette iftira sebebiyle ceza almalıydı!

Ama bu yetmez.

Türkiye Atletizm Federasyonu başkanı, bu iftiracı antrenör hakkında soruşturma açtırdı mı?

Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulu, bu antrenöre ceza verdi mi?

Federasyon, bu adama milli takımda görev vermeye devam etti mi?

Kadın sporcuya iftira eden antrenörün dayandığı, sporcuyu 04.00 sularında yabancı sporcuyla gördüğünü iddia eden antrenör kimdi? Bu antrenör tanıklık yaptı mı? Peki bu antrenör de cezalandırıldı mı?

İhbarcı antrenör, federasyonun ceza verdiği milli sporcu ile birlikte görülen Nagihan Karadere’yi de ihbar etti mi? İhbar etti ise, Karadere’ye ceza verildi mi? İhbar etmedi ise, neden ihbar etmedi? Bu ihbarcı antrenörün Pınar isimli milli sporcu ile alıp veremediği ne idi?

Bu kararı okurken Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulu’nun nasıl insanlardan oluştuğunu merak ettim.

Bu kurulun başkanı ve üyeleri kimdi?

Bu kurul nasıl yargılama yaptı? Kurul tanık dinlemedi mi?

Tanıklar dinledi ise, bu kurul hangi davranışın suç olduğuna karar verdi?

Tahkim Kurulu milli sporcuya atfedilen eylemlerin sabit olmadığını kabul etmişken; Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulu bu iddiaların doğru olduğu kanaatine nasıl ulaştı?

YARGITAY CEZA GENEL KURULU’NUN KARARI

Aşağıda kararı paylaşıyorum.

Kararda atıf verilen yargı kararlarının linklerini de veriyorum.

Keyifli okumalar.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 27.06.2019, E. 2015/592 K. 2019/512

Kararı veren

Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi

Mahkemesi :Asliye Ceza

Sayısı : 175-152

İftira suçundan sanık …’ın TCK’nın 267/1, 62, 53 ve 51. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve ertelemeye ilişkin Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 18.02.2013 tarihli ve 175-152 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 09.09.2014 tarih ve 43-8721 sayı ile; 

“Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafiinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK’nın 53/4. maddesi hükmü gereği anılan maddenin 1. fıkrasında öngörülen hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi, 

Kanuna aykırı olup hükmün bu nedenle bozulmasına, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün karardan çıkartılması suretiyle” düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.03.2015 tarih ve 410239 sayı ile;

“TCK’nın 267/1. maddesinde yerini bulan iftira suçundan sanığın mahkumiyetine karar verilen somut olay incelendiğinde; olay tarihinde Atletizm Federasyonunda antrenör olan sanığın milli atlet olan katılan …’ya yönelik olarak, yurtdışındaki müsabakalar sırasında gerçekleştiğini iddia ettiği eylemler nedeniyle 19.09.2011 tarihli Atletizm Federasyonu Başkanlığına vermiş olduğu dilekçesinde ‘… kendi müsabakasından bir gün önce gece saat 02.30 sıralarında Amerikalı sporcularla sohbet ederken tespit edildiğini, antrenörleri tarafından odasına gönderildiğini, aynı davranışların daha sonra da devam ettiğini, kalınan tesise sabah saat 04.30’da erkek bir sporcu ile gelirken milli takım antrenörlerinden… tarafından tespit edildiğini, bu tarz davranışların spor ahlakına yakışmadığına...’ ilişkin iddialara yer vererek katılan hakkında disiplin soruşturması başlatılmasını sağladığı anlaşılmıştır. Sanığın ihbarı üzerine Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Genel Kurulunun 19.10.2011 gün ve 2011/12 – 2011/10 Esas – Karar tarihli kararı ile sanık hakkında Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Talimatının ‘Sportmenliğe Aykırı Hareket’ başlığındaki 18. maddesine aykırı davrandığı kanaatine varılarak, eylem uluslararası bir yarışmada gerçekleşmiş olmakla ceza talimatının ‘yabancı ülkede cezayı gerektiren fiil’ başlıklı 43. maddesi uyarınca da tayin edilen cezanın bir kat artırılmasına karar verilerek neticeten ’30 gün yarışmalardan men cezası ile cezalandırılmasına’ karar verilmiş, yapılan itiraz üzerine T. C. Gençlik ve Spor Bakanlığı Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunun 18.11.2011 gün ve 2011/123 – 2011/191 Esas – Karar sayılı kararı ile ‘katılana isnad edilen eylemlerin sabit olmadığı anlaşıldığından itirazın kabulü ile tayin olunan cezanın kaldırılmasına karar verildiği’ anlaşılmıştır.

Katılana isnad edilen eylemlerin sabit olmadığı hususunda Yargıtay C. Başsavcılığımız ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Çözümlenmesi gereken sorun; sanığın ihbarı üzerine katılan hakkında disiplin (idari) soruşturma yapılarak ceza tayin edilmesi, daha sonrasında ise kaldırılması ile neticelenen süreçte soruşturma yapıp disiplin cezası veren Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Genel Kurulunun iftira suçunu düzenleyen TCK’nın 267/1. maddesindeki ‘… ya da idari yaptırım uygulanmasını sağlamak için…’ ibaresinde geçen idari yaptırım uygulayabilecek makamlardan olup olmadığı hususudur.

Öncelikle bu hususun daha iyi anlaşılabilmesi için ‘idari yaptırım ve bunu uygulayacak makamın’ tespit edilmesinde fayda bulunmaktadır.

İdari yaptırım kavramı öğretide ‘Mevzuatın öngördüğü hallerde idari makamlar tarafından kamu düzenini, kamu güvenliğini ve kamu sağlığını sağlamak için herhangi bir yargı kararına gerek olmaksızın re’sen hükmedilen, muhatabı olan kimselerin kişisel ya da mali hakları üzerinde etki doğuran, idari işlem ve cezalar’ olarak tanımlanmaktadır. 765 sayılı eski ceza yasasında suç dendiği için disiplin cezaları kapsam dışıydı. 5237 sayılı Yeni Ceza Kanunu’nun 267. maddesinin gerekçesinde idari yaptırımlar, idarenin araya yargısal bir karar girmeksizin ve birey üzerinde doğrudan doğruya etkili olan idari işlemlerdir. İdare bu tür işlemler tesis etmek suretiyle, ilgili olduğu kamu hizmetinin görülmesi işlevini görür. Modern devletle birlikte, toplumsal yapıdaki değişiklikler, toplumun yeni bir bakış açısıyla ve daha kapsayıcı bir tarzda disiplin altına alınmasını gerekli kılmıştır. Çoğalan toplumsal gereksinmelerin yerinde, zamanında ve etkin bir biçimde karşılanabilmesi idareye geniş bir idari tasarruf alanı ve yaptırım uygulayabilme yetkisinin tanınmasını gerektirmiştir. Ekonomik ve toplumsal alanda devletin rolünün de genişlemesi sonucu, idari yaptırım uygulama yetkisinin devletin çeşitli kurum ve kuruluşlarına tanınması, idari yaptırımların çeşitlenmesine ve etkilerinin artmasına yol açmıştır. İdari yaptırımların uygulama alanlarının genişlemesinin bir diğer nedeni de, bazı suçların idari suça dönüştürülerek ceza hukuku yerine idare hukuku alanında düzenlenmesidir. Bu durum, idari yaptırımlar alanında genel kanun niteliği taşıdığı ifade edilen Kabahatler Kanunu’nun uygulanmaya başlanması ile yaygınlaştırılmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu hususu şu şekilde ifade etmiştir: ‘… İdarenin hizmetlerini gereği gibi ve ivedilikle görebilmesi için, yaptırım uygulama yetkilerine gereksinimi vardır. İdare bu yetkilerle, kamu düzeni ve güvenliğini, kamu sağlığını, ulusal servetleri zamanında ve gereği gibi koruyabilir. Bu nedenle, idareye, geniş ve çeşitli yaptırımlar uygulama yetkisi tanınmıştır…’ İdari yaptırım uygulama yetkisi Anayasa’dan kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesinin E: 2000/43, K: 2004/60 sayılı kararında, Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan ‘idare kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz’ hükmünün idareye dolaylı da olsa yaptırım uygulama yetkisi verdiği ve kuralın gerekçesinde, fıkranın kişi hürriyetinin ağır tahdidini teşkil eden hapis cezalarının yalnız mahkemelerce hükmedilebileceği, yani bunun bir ‘idari müeyyide’ olarak (mesela disiplin cezası) idare tarafından uygulanamayacağı esasını getirdiği belirtilmektedir. Bu durumda, idareye yasayla hürriyeti bağlayıcı cezalar dışında para cezası, disiplin cezası ya da belli bir haktan geçici olarak yoksun kalma gibi yaptırımlar uygulama yetkisi verilmesine anayasal engel bulunmadığı ifade edilmektedir.

Yukarıda belirtilen amaçlarla uygulanan idari yaptırımlar, ‘yasaların açıkça yetki verdiği ve yasaklamadığı durumlarda, araya yargı kararı girmeden, idarenin doğrudan doğruya bir işlemi ile ve idare hukukuna özgü usullerle uyguladığı cezalar’ olarak tanımlanabilir. Anayasa Mahkemesi, E: 1996/48, K: 1996/41 sayılı kararında idari yaptırımı idarenin, bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği bir yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlemi ile uyguladığı yaptırımlarla, verdiği cezalar şeklinde tanımlamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesi ise idari yaptırımı ‘… Kanunun öngördüğü bir cezanın idarenin bir organı eliyle uygulanabilmesi’ olarak tanımlamaktadır. Buna göre ‘kabahat’ deyiminden; kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı belirtilmekle, gerek Kabahatler Kanunu’nda yer alan, gerekse özel kanunlarda karşılığında idari yaptırım öngörülen fiiller kabahat olarak tanımlanmıştır. Ceza yaptırımları suç niteliği taşıyan daha ağır ihlallerde söz konusu olur. Oysa idari yaptırımlar sosyal düzen daha özel bir alan teşkil eden idari düzeni korurlar. İdari yaptırımlar, idari düzenin ihlalinden önce hukuk aracılığıyla gözdağı vererek idari düzeni koruyucu, idari düzenin ihlalinden sonra ise bastırıcı, zorlayıcı nitelikleriyle toplumun korunması ve ihlalden sorumlu kişinin ıslahını sağlamak yönünde bir araç olmaktadırlar.

Bireylere, idare tarafından idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışları nedeniyle verilen idarî yaptırımları diğer yaptırımlardan ayıran en belirgin özellik, idari yaptırımların idarî makamlar tarafından uygulanmasıdır. ‘İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturabilir. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de bu suçun konusunu oluşturabilir.’ demiştir. Yani TCK’ya göre, disiplin cezaları gerektiren fiillerin ihbar ve şikayet edilmesi durumunda da iftira suçu oluşacaktır. İdari yaptırım içine disiplin cezasının girdiği madde gerekçesinde de belirtilmiştir. Bu durumda eski TCK’nın aksine, sadece disiplin cezası gerektiren bir fiilin isnat edilmesi durumunda da iftira suçu oluşacaktır. Bu durumda iftira suçunun oluşabilmesinin temel kuralı ‘idari yaptırım uygulayacak (disiplin soruşturması yapacak ya da ceza verecek) makamın kamu gücünü kullanan, bireylerin idare tarafından idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışlarına yaptırım uygulayacak, daha öz bir tarifle devletin çeşitli kurum ve kuruluşları olması gerekmektedir. Bu durumda özel hukuk hükümlerine tabi kurum ya da kuruluşlar bu kapsama giremeyecektir. Velev ki disiplin cezası uygulansın. Çünkü söz konusu soruşturma ve cezalar kamu düzenini, kamu güvenliğini ve kamu sağlığını sağlamak için değil kendi bünyesi ve bünyesindeki bireylerle sınırlı olarak kamu gücü etkisi doğurmayan işlemlerdir. Haliyle özel hukuk kişileri ya da bu statüdeki kişi ya da kurumların uygulaması neticesinde iftira suçu ortaya çıkmayacaktır. Bu durumda haksız fiil nedeniyle ancak şartları varsa haksız fiil isnad eden hakkında tazminat davası açılabilmesi ya da ‘hakaret’ suçundan suç duyurusunda bulunulabilmesinin önünde yasal bir engel de bulunmamaktadır.

Bu durumda Atletizm Federasyonunun özel hukuktan mı yoksa kamu hukukundan mı kaynaklanan yetkileri kullanarak idari (disiplin) yaptırım uyguladığının tespitinde zorunluluk bulunmaktadır. Bu kapsamda Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un Ek 9. maddesi incelendiğinde ‘(Değişik fıkra: 29/03/2011 – 6215 S. K. /10. md.) Spor dalı ile ilgili faaliyetleri ulusal ve uluslararası kurallara göre yürütmek, gelişmesini sağlamak, sporcu sağlığı ile ilgili konularda gerekli önlemleri almak, teşkilatlandırmak, federasyonu uluslararası faaliyetlerde temsil etmek ve Tahkim Kurulu kararlarını uygulamakla görevli ve yetkili, özel hukuk hükümlerine tabi bağımsız spor federasyonları kurulur…’ hükmü nazara alındığında, federasyonun özel hukuk hükümlerine tabi olduğu ortaya çıkmaktadır.

Tüm bunların ışığında somut olay incelendiğinde;

Sanığın subüt bulmayan iddialarını içeren ihbarı neticesinde, katılan hakkında disiplin soruşturması yapılarak daha sonra tahkim kurulu tarafından kaldırılan disiplin cezası verilmesi, Atletizm Federasyonunun TCK’nın 267/1. maddesinde bahsi geçen ‘idari yaptırım (disiplin cezası)’ uygulamaya yetkili kurumlardan olmadığından söz konusu eylem ‘iftira’ suçunun oluşmasına neden olmayacaktır. Bu durumda ise atılı suçun unsurları oluşmadığından sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamıştır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 29.04.2015 tarih ve 3591-1029 sayı ile, itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığının TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen “İftira” suçunun gerçekleşebilmesinin ön koşulu olan idari yaptırım kararını uygulamaya yetkili makamlardan olup olmadığının, bu bağlamda sanığa atılı suçun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; yapılan müzakere esnasında bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince, bu uyuşmazlığın yanı sıra sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının ve eksik araştırma ile hüküm kurulmadığının kabulü hâlinde ayrıca, sanığa atılı iftira suçunun oluşup oluşmadığının da tartışılması gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine, uyuşmazlık konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.

İncelenen dosya kapsamından; 

Türkiye Atletizm Federasyonunda milli takım antrenörü olan sanık …’ın, 2011 yılında Güney Kore ülkesinde gerçekleştirilen Dünya Atletizm Şampiyonasının bitiminde kafile hâlinde Türkiye’ye döndükten sonra, şampiyonada yarışan milli takım sporcuları arasında yer alan katılan … hakkında Federasyon Başkanlığına hitaben yazdığı 19.09.2011 tarihli dilekçesinde; katılanın bu şampiyona sırasında, kendi müsabakasından bir gün önce saat 02.30 sıralarında Amerikalı sporcularla sohbet ettiği tespit edilerek milli takım antrenörleri …, İhsan Alptekin ve katılanın antrenörü de olan… tarafından uyarılarak odasına gönderildiğini, katılanın bu davranışının bayrak yarışında da devam ettiğini ve kaldıkları tesise katılanın saat 04.30’da erkek bir sporcu ile birlikte yan taraftan geldiğinin… tarafından da tespit edildiğini, sabah olduğunda katılanın antrenörü de dahil tüm antrenörlere ve yöneticilere bu hususta bilgi verildiğini, katılanın bu davranışlarının spor ahlâkına ve Türk Milli Takımına yakışmadığını ve profesyonelce olmadığını düşündüğünü belirterek gereğinin yapılması hususunda başvuruda bulunduğu,

Bu başvuru üzerine yürütülen disiplin soruşturması sonucunda Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca 19.10.2011 tarih ve 12-10 sayı ile; katılan …’nın bir gün sonra yapılacak yarışmadaki performansını ve başarısını olumsuz yönde etkileyecek şekilde kamp disiplinine, sağlığına ve uyku düzeniyle bağdaşmayan davranışlarda bulunmak suretiyle Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Talimatı’nın “Sportmenliğe Aykırı Hareket” başlıklı 18. maddesini ve eylemin uluslararası bir yarışmada gerçekleşmesi nedeniyle cezanın bir kat artırılmasını öngören aynı Talimat’ın “Yabancı Ülkede Cezayı Gerektiren Fiil” başlıklı 43. maddesini ihlâl ettiği gerekçesiyle, her iki madde uyarınca 30 gün süreyle yarışmalardan men cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,

Bu karara katılan vekilince itiraz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunca 18.11.2011 tarih ve 123-191 sayı ile; olaya dair bilgileri olduğu öne sürülen…, Muharrem Or, Ertan Hatipoğlu ve Nagihan Karadere’nin beyanları karşısında, katılana isnat edilen eylemlerin sabit olmadığı gerekçesiyle itirazın kabulüne ve Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca verilen cezanın kaldırılmasına karar verildiği, 

Cezanın kaldırılması üzerine katılan … vekilinin, sanık …’ın Federasyon Başkanlığına sunduğu söz konusu dilekçeyle katılana iftira attığından bahisle şikâyette bulunması üzerine sanık hakkında soruşturmaya başlanıldığı, 

Anlaşılmaktadır.

Katılan …; 2011 yılında milli takım sporcusu olarak Güney Kore’de yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasına katıldığını, şampiyonada yarışmaların saat 23.00 civarında bittiğini ve kendileri için ayrılan kampa saat 23.30 sıralarında döndüklerini, Amerika’da okuldan tanıdığı arkadaşlarının ve diğer sporcuların olduğu bir ortamda saat 01.30 – 02.00 sıralarında sohbet ettiğini, bu sohbetlerin de antrenörü…’nun gözetim ve bilgisi dahilinde ve ona on metrelik bir mesafede gerçekleştiğini, antrenörünün kendisini bu konuda hiç uyarmadığını, antrenörünün yanında sanığı görmediğini, ayrıca o gecenin sabahında da kendisinin katılacağı bir yarışma olmadığını, saat 04.00 sıralarında Amerikalı bir erkek sporcuyla antrenman sahasından dönüş yapmadığını, sanığın kendisine bu olayı anlattığını söylediği tanık…’in de böyle bir olayın olmadığını tahkim incelemesi sırasında söylediğini, sanığın bu hususta kendisine iftira attığını, Ceza Kurulunca verilen men cezasına konu süre boyunca herhangi bir müsabaka yapılmadığından, bu ceza nedeniyle yarışmalara katılmamasının söz konusu olmadığını, 

Tanık İbrahim Kabal soruşturma aşamasında; Atletizm Federasyonunda antrenör olarak çalıştığını, katılanı ve sanığı tanıdığını, bu kişilerle arasında bir husumetin olmadığını, Güney Kore ülkesinde konakladıkları yarışma köyünde saat 02.00 sıralarında kendisi, antrenör … ve katılanın antrenörü olan…’yla birlikte otururlarken yanlarına sanık …’ın geldiğini, yarışmalarla ilgili kendi aralarında değerlendirme yaptıkları sırada, sanığın oturdukları yerden dışarıya doğru bakıp katılan …’nın yabancı sporcularla birlikte oturduğunu görünce…’na “bu senin sporcun değil mi, bu saate kadar ne işi var burada, sabah yarışı yok mu, bu saatte uyuyor olması gerekmiyor mu ?” diye sorduğunu, Ertan’ın da sanığa “uykusu gelmemiştir, ne olacak ki, otursun” diye söylediğini, bunun üzerine sanığın kendilerine katılanın yaptığının yanlış olduğunu, diğer sporcular gibi katılanın da yatıp uyuması gerektiğini, yarışmasının henüz bitmediğini söylediğini ve konunun kapandığını, 

Kovuşturma aşamasında; şampiyona sırasında antrenörler…, İhsan Alptekin ve sanık …’la birlikte saat 02.00 sıralarında oturdukları esnada, 10 – 15 metre ileride de katılanın yabancı iki erkek sporcuyla oturduğunu, o sırada sanık …’in katılanın antrenörü olan Ertan’a saati hatırlatıp sporcunun yatakta olması gerektiğini söylemesi üzerine Ertan’ın “benim sporcum” diyerek katılana müdahale etmediğini, normalde o saatte sporcunun yatağında olması gerektiğini, bu nedenle Ertan’ın katılana en azından “git yatağına çekil istirahat et” diyebileceğini, kendisinin de katılanın iki erkek sporcuyla İngilizce olarak esprili bir şekilde konuştuğunu fark ettiğini, katılanın o gecenin sabahında yarışı olup olmadığını bilmediğini, katılanın o saatte istirahat etmeyip dışarıda oturmasının disipline aykırı olup milli takımdaki tüm antrenörlerin sporcuların disiplinsizliklerini Federasyona bildirme yetkileri olduğunu, katılanın bunun haricinde uygunsuz bir davranışını görmediğini, 

Tanık … katılan hakkında Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulunca yapılan soruşturma sırasında sunduğu 22.09.2011 tarihli dilekçesinde; 28.07.2011 ila 04.08.2011 tarihleri arasında Güney Kore’de yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasına antrenör olarak katıldığını, saat 01.30 sıralarında diğer antrenörler… ve…’yla birlikte günün yarışmalarını değerlendirirlerken yanlarına sanık …’ın geldiğini, konuşma sırasında kendilerine göre konum olarak çaprazlarında katılanı otururken gören sanığın önce “bu kız bu saatte ne oturuyor, uyuması gerekmez mi, daha yarışması var onun” dediğini, ardından da Ertan’a dönerek “hoca bu kız senin sporcun değil mi, niye müdahale etmiyorsun ?” diye sorduğunu, Ertan’ın da “evet bizim sporcumuz, uyuyamamış oturuyor, bunda ne var ?” dediğini, sanık bu kez “olur mu, yarın bayrak yarışı var, yanında da tanımadığımız kişiler var” diye söyleyince Ertan’ın “çocuk değil ki, benim karşımda, her şeye de karışılmaz ki” dediğini, bunun üzerine sanığın da “bana göre yanlış” demesi üzerine konunun kapandığını, kendisinin bu konuşmaya ya da odasına gitmesi için katılana müdahale etmediğini, 

Sanık hakkında yürütülen soruşturma aşamasında; katılanı ve sanığı tanıdığını, bu kişilerle arasında bir husumetin olmadığını, şampiyona tarihlerinde bir gece saat 02.00 sıralarında kendisi, İbrahim Kabal ve katılanın antrenörü olan…’yla birlikte otururlarken yanlarına sanık …’ın geldiğini, yarışmalarla ilgili kendi aralarında değerlendirme yaptıkları sırada sanığın oturdukları yerden dışarıya doğru bakıp katılan …’nın yabancı sporcularla birlikte oturduğunu görünce Ertan’a “bu senin sporcun değil mi, bu saate kadar ne işi var burada, sabah yarışı yok mu, bu saatte uyuyor olması gerekmiyor mu ?” diye sorduğunu, Ertan’ın da sanığa “uykusu gelmemiştir, ne olacak ki, otursun” diye söylediğini, bunun üzerine sanığın kendilerine katılanın yaptığının yanlış olduğunu, diğer sporcular gibi katılanın da yatıp uyuması gerektiğini, yarışmasının henüz bitmediğini söylediğini ve konunun kapandığını, 

Kovuşturma aşamasında ise; önceki ifadelerine ek olarak söz konusu atletizm müsabakalarının genelde 23.00 civarında geç saatlerde bittiğini, milli takım kafilesi içinde bulunan her antrenörün kafile içinde gördüğü olumsuzlukları rapor etme veya takımın başında bulunan idarecilere bildirme hakkı olduğunu, katılanın o saatte istirahat etmesi yerine dışarıda oturmasını spor ahlakına aykırı olarak gördüğünü, ancak bu durumun ahlakî yönden olumsuz bir yönünün bulunmadığını, katılanı saat 04.30 sıralarında bir erkek sporcuyla tesislere yan taraftan girerken görmediğini, 

Tanık… katılan hakkında Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulunca yapılan soruşturma aşamasında sunduğu 28.09.2011 tarihli dilekçesinde; Güney Kore’de yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasına antrenör olarak katıldığını, diğer antrenörler … ve…’yla birlikte kaldıkları otelin önünde, müsabakaların geç bitmesinden dolayı, saat 01.30 ila 02.00 sıralarında günlük değerlendirme yaparlarken yanlarına sanık …’ın gelip sohbet sırasında kendilerinden bir kaç metre uzakta oturmakta olan katılan …’yı gördüğünü, sonra da sanığın Ertan’a dönerek “hoca bu kız senin sporcun değil mi, bu saatte uyuması gerekiyor ve yarışı daha bitmemiş, bu sporcunun ne işi var burada ?” diye sorunca, Ertan’ın “sporcu uyuyamamış, ondan dolayı burada oturuyor” dediğini, bunun üzerine de sanığın “olur mu öyle şey, bana göre yanlış, bu saatte burada olmaması lazım” diye söylediğini, bir süre daha oturduktan sonra oradan ayrıldıklarını, 

Kovuşturma aşamasında; söz konusu şampiyonada yarışmaların Türkiye saatiyle 02.00 sıralarında bittiğini hatırladığını, yaklaşık yarım saat yemek ve ihtiyaç molası da eklendiğinde saatin 02.30 civarına geldiğini, olay tarihinde…, … ve İbrahim Kabal’la birlikte otururlarken yanlarına gelen sanık …’ın kendilerine “şurada kızlı oğlanlı oturanlar arasındaki Pınar değil mi?” diye sorduğunu, katılanın antrenörü olan Ertan yanlarında olduğu için soruyu ona sormasını söylediğini, sanık … ile Ertan arasında bu konuda içeriğini net hatırlamamakla birlikte ufak bir tartışma yaşandığını, katılanın birebir erkekle gezmediğini, 4-5 kişilik bir grup içerisinde bulunduğunu ve pencere önündeki yoldan normal bir vaziyette yürüdüklerini, katılanın uygunsuz bir hâlinin de olmadığını, Federasyon nezdinde yürütülen soruşturma nezdinde alınan ifadesinin doğru olduğunu,

Ertan Hatipoğlu katılan hakkında Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulunca yapılan soruşturma aşamasında sunduğu 23.09.2011 havale tarihli dilekçesinde; eşinin sağlık sorunları nedeniyle, söz konusu şampiyonaya eşine vekâleten katılanın antrenörü olarak katıldığını, olay gecesi katılanın oda arkadaşıyla birlikte ve kendisinin gözetiminde diğer sporcuların da olduğu bir ortamda oturduğunu, katılanı ikaz etmediğini ve sonradan sporcuların birlikte odalarına çekildiklerini, 

Beyan etmişler,

Sanık soruşturma aşamasında; katılan …’yı sporcu olmasından dolayı tanıdığını ve aralarında husumet bulunmadığını, Güney Kore ülkesinin Daegu kentinde yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasına atletizm milli takım antrenörü olarak katıldığını, şampiyona esnasında katılanın Türk Milli Takımı sporcularına yakışmayacak şekilde hâl ve hareketlerde bulunduğunu, kaldıkları otelin önüne gece 02.30 sıralarında Amerikalı erkek sporcularla gelip sohbet ettiğini gördüğünü, diğer antrenörler Yahya Sevültekin ve İbrahim Kabal’ın da bu durumu gördüklerini ve katılanın sabah yarışı olduğu için bu hareketlerinin uygunsuz olduğunu aralarında konuştuklarını, bir gün sonra kafiledeki bir kişinin, katılanın sabah 04.30 sıralarında antrenman sahasında Amerikalı bir erkek sporcuyla geldiğini kendisine söylediğini, o anda kendisine bunu anlatanın yanlış anlayabileceğini düşünüp bir şey demediğini, ancak şampiyona dönüşü için uçağa bindiklerinde durumu federasyon başkanına izah ettiğini, başkanın da kendisine bu durum hakkında rapor düzenleyip bildirimde bulunmasını söylemesi üzerine, olayla ilgili rapor hazırlayıp federasyon başkanlığına sunduğunu, uygunsuz hareketlerde bulunan katılanla ilgili bu durumu milli takım antrenörü olarak bildirdiğini, 

Kovuşturma aşamasında; söz konusu yarışmalarda katılanın milli sporcu olarak yarıştığını ve onun bu müsabakalara katılımının engellenmediğini, şampiyona sırasında kaldıkları otelin önünde kendisiyle birlikte milli takım görevlileri İbrahim Kabal, …, İhsan Alptekin ve katılanın antrenörü olan…’yla birlikte bulundukları esnada, ertesi gün yarışı olan katılanın saat 02.00 sıralarında kendi kaldıkları bölümün karşısında kalan Amerikalı sporcularla sohbet ettiğini görünce “ertesi gün yarışı var, bu saatte yatması gerekmiyor mu ?” diye katılanın antrenörünü uyardığını, o esnada katılanın yanında diğer sporculardan Nagihan Karadere’nin de olduğunu, antrenör Ertan’ın gidip onları uyarması üzerine istirahat etmeye gittiklerini, bu olaydan bir gün sonra, yine yarışları olan katılanın saat 04.00 civarında karşı antrenman sahasından yabancı bir erkek sporcuyla geldiğini bu kez… adlı antrenörün görüp durumu kendisine anlattığını, kendisinin de Türkiye’ye dönüş için uçakta oldukları sırada Federasyon Başkanı Mehmet Terzi’ye sözlü olarak bu durumu anlattığını, başkanın da “hocam o zaman dilekçenizi verin, gereken işlemleri yaparız” dediğini, katılanın davranışlarını milli takım antrenörü olarak gururuna yediremediği için dilekçe yazıp olayları anlattığını, katılana iftira atmadığını, bir milli sporcunun saat 04.00 sıralarında yabancı bir sporcuyla antrenman sahasından gelirken görülmesinin saat itibarıyla uygunsuz olduğunu, sporcunun o saatlerde uyuması gerektiğini, ancak sanığın ahlakî yönden uygunsuz olduğuna dair bir iddiada bulunmadığını, İhsan Alptekin’in de kendisine katılanın bu açıdan uygunsuz davrandığına dair bir anlatımda bulunmadığını, katılanın yarışmadan bir gün önce saat 02.00 civarında yatmayıp sohbet etmesinin de aynı şekilde spor açısından uygunsuz bir durum olduğunu, şampiyonaya katılan her antrenörün branş gözetilmeksizin tüm sporculardan sorumlu olduğunu, 

Savunmuştur. 

Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.

1- Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığının TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen “İftira” suçunun gerçekleşebilmesinin ön koşulu olan idari yaptırım kararını uygulamaya yetkili makamlardan olup olmadığı; 

Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle iftira suçu, ardından da konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin hukuki düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nın“Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “İftira” başlıklı 267. maddesinin 1. fıkrası; 

“(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir. 

İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.

Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir.

İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

Öte yandan, iftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla; failin, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak, isnat ettiği fiilin mağdur tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunması hâlinde iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır.

Yine, içeriği kanıtlanamasa dahi, gerçekleştirilen ihbar veya şikâyetin bir anayasal hakkın kullanılması olarak değerlendirilebildiği hâllerde, bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı söz konusu olacaktır. Anayasamızın 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu, 74. maddesinde, vatandaşların ve karşılıklılık bulunması koşuluyla Türkiye’de oturan yabancıların, kendileriyle veya kamu ile ilgili hususlarda dilek ve şikâyet haklarının bulunduğu vurgulanmıştır. Bireylere tanınan bu anayasal hak, onların idare ve diğer bireylerle ilişkilerinde gerek “çıkarlarını koruması”, gerek “özgürlüklerini kısıntısız” kullanabilmesi bakımından, devlet organlarına başvurmasını gerekli kılar. Bu başvuru, bireyin kendisi, üçüncü kişi veya kamuyla ilgili olabilir. Başvurulabilecek devlet organları da, yasama, yürütme ve yargıdır. Dilekçe hakkının yargısal alanda başlıca ortaya çıkış biçimi ise, ihbar ve şikâyet hakkının kullanılmasıdır.

Bu aşamada, uyuşmazlık konusunun sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından “yetkili makamlar” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.

İftira suçunda, ihbar veya şikâyetin 5271 sayılı CMK’nın 158. maddesinde gösterilen Cumhuriyet Başsavcılığına, kolluğa, valiliğe, kaymakamlığa, mahkemeye, yurtdışında ise elçiliğe veya konsolosluğa yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda, iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadını içeren ihbarın veya şikâyetin yetkili makamlara yapılması koşulu aranmaktadır. Dolayısıyla kanunilik ilkesi gereğince, ihbar veya şikâyetin yapılması olanaklı görülen makamlar dışındaki kimselere yapılacak bildirimler, iftira suçuna vücut vermeyecektir. Bu bakımdan, isnat edilen hukuka aykırı fiil bir kişiye bildirilmiş, o kişi de suçu ilgili yerlere ihbar etmişse, kişinin, yetkili makam olarak sayılması mümkün olmadığından bu suç oluşmayacaktır. Nitekim, ihbar veya şikâyetin yetkili makamlara doğrudan yapılması da arandığından, bu makamların dolaylı şekilde hukuka aykırı fiil isnadını öğrenmeleri hâlinde söz konusu suçun oluşmadığı kabul edilmelidir (Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan – Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s.7830, M. Oktay Yiğitbaş, İftira Cürmü Üzerine Bir Deneme, AD., Y.: 58, S.: 11, Ankara, 1967, s.832, Köksal Bayraktar, İftira, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, C: XL, S. 1-4, s. 196).

Türkiye Atletizm Federasyonunun TCK’nın 267. maddesinde ifade edilen “yetkili makam” olup olmadığının belirlenmesi açısından, konunun tüm boyutlarıyla farklı başlıklar altında incelenmesi gerekmektedir. 

A) İdari Yaptırım Kavramı 

Yaptırım, hukuk düzenince belirlenmiş kurallara uymama karşısında bir tepki olarak ortaya çıkmakta ve temel amaç, kişinin kurallar uymasını sağlamaktır. Yaptırımın türü ne olursa olsun, kurallara uyulması konusunda itici güç olma ve caydırıcılık özellikleri mevcuttur. Yaptırım, kimi zaman da kurala uymamadan doğan zararları tazmin etmeye yönelik olarak ortaya çıkabilmektedir (Guido Zanobini, İdari Müeyyideler, Ankara 1964, s. 4, Aktaran: Sema Ayatar Kızılyar, “Ceza Yaptırımı ile İdari Yaptırım Ayrımı”, Yaşar Üniversitesi Dergisi, Sayı: 8, Özel Sayı, C: 2, s. 1640; Feyyaz Gölcüklü, “İdari Ceza Hukuku ve Anlamı”, SBFD, C: 18, No: 2, 1963, s. 139). 

Doktrinde idari yaptırıma ilişkin yapılan birden fazla tanım söz konusudur. Zanobini’ye göre idari yaptırım; idarenin, bir yargı kararı olmadan, yasayla kendisine tanınmış yetkiye dayanarak idare hukuku esaslarına göre, doğrudan doğruya idari kararların gereklerinin yerine getirilmesi amacıyla uyguladığı yaptırımlardır (Guido Zanobini, s. 25, Aktaran: Sema Ayatar Kızılyar, s. 1641).

İdari yaptırım kavramını organik ölçütü kullanarak tanımlayan Özay’a göre ise idari yaptırım; yasaların açıkça yetki verdiği ve yasaklamadığı durumlarda, araya yargı kararı girmeden, idarenin doğrudan doğruya, bir işlemi ile ve idare hukukuna özgü usullerle vermiş olduğu cezalardır (İlhan Özay, İdari Yaptırımlar, İstanbul 1985, s. 35).

Anayasa Mahkemesi de öğretideki tanımlarla benzer şekilde, organik ölçütü esas alarak “İdarenin, bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği yetkiye dayanarak, İdare Hukuku’na özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlemi ile uyguladığı yaptırımlara, verdiği cezalara idari yaptırım denmektedir” şeklinde tanımlama yapmıştır (AYM, T. 23.10.1996, E. 1996/48, K. 1996/41; AYM, T. 13.05.2004, E. 2000/43, K. 2004/60).

Yine, Uyuşmazlık Mahkemesine göre, kanunun öngördüğü bir cezanın, idarenin bir organının eliyle uygulanabilmesi, o cezanın idari yaptırım olarak adlandırılabilmesi için yeterlidir (UM, T. 08.05.1998, E. 1998/10, K. 1998/12).

Öğreti ve yargı kararlarından çıkarılan sonuç, bu yaptırımların idare tarafından, idare hukukuna özgü usullerle karara bağlanmaları ve yine idarece uygulanmaları nedeniyle “idari yaptırımlar” adını almış olduğudur. Bununla birlikte, belirtilebilecek diğer bir nokta da, idari yaptırımların, yine idare tarafından idarenin vasıtalarıyla tatbik edileceğidir (Sema Ayatar Kızılyar, s.1645).

B) Spor Faaliyetlerinin Anayasal Boyutu ve İdare Hukuku Açısından Niteliği

Anayasa’nın “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlıklı üçüncü bölümünde yer alan “Gençlik ve Spor” üst başlığı altında düzenlenen “Sporun Geliştirilmesi ve Tahkim” başlıklı 59. maddesi;

“Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder.

Devlet başarılı sporcuyu korur.

(Ek fıkra: 17/3/2011-6214/1 md.) Spor federasyonlarının spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarına karşı ancak zorunlu tahkim yoluna başvurulabilir. Tahkim kurulu kararları kesin olup bu kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamaz.

” şeklindedir. 

Bu düzenleme doğrultusunda, Devletin sporun geliştirilmesi ve sporcunun korunması bakımından pozitif yükümlülükleri olduğu anlaşılmaktadır. Devletin bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında yapılan teşkilatlanmanın hukuksal boyutunun irdelenebilmesi açısından da öncelikle, spor faaliyetlerinin niteliğinin ortaya konulması gerekmektedir. 

Bu bağlamda, idare hukukunun en temel kavramlarından olan kamu hizmeti kavramı doktrinde, organik, maddi ve şekli açıdan tanımlanmaktadır. Organik açıdan kamu hizmeti, faaliyeti yürüten organa odaklanmak suretiyle yapılan tanım olup görevi yerine getirmek için kamu tüzel kişisince amaca özgülenen personel ve vasıtaların bütünü olarak tanımlanmaktadır. Şekli açıdan kamu hizmeti ise; hizmetin kamusal yönetim usullerine göre yürütülmesi esasıdır. (Metin Günday, İdare Hukuku, 10. Baskı, İmaj Yayınevi, Ankara 2010, s. 330).

Ancak, konumuz açısından kamu hizmetinin maddi açıdan tanımlanması önem taşımaktadır. Buna göre, Anayasa Mahkemesi 24.12.2007 tarihli 114-85 sayılı kararında kamu hizmetini “devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimleri altında, ortak gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinlikler” olarak tanımlamıştır.

Doktrinde, kamu hizmetinin belirli özellikleri barındırması gerektiği ifade edilmektedir. Bu doğrultuda bir faaliyetin kamu hizmeti olabilmesi için bu hizmetin; yasama organı iradesiyle kamu yararlı hizmet olarak kabul edilmesi (Metin Günday, s. 332), bizzat Devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından yürütülmesi ya da bu sayılanların yakın gözetim ve denetimi altında özel teşebbüslerce yürütülmesi, toplumun tamamına ya da büyük bir bölümüne hitap etmesi, genel ve müşterek gereksinimleri karşılaması (kamu yararı amacı gütmesi), devamlı olarak ve düzenli olarak yürütülmesi (O. Sancakdar, İdare Hukuku (Teorik Çalışma Kitabı), 3. Baskı. Ankara, Seçkin Yayınevi, s. 547) gerekmektedir (Serkan Asker, 1982 Anayasası’nın 59. Maddesi Bağlamında Spor Tahkim Kurulu Kararlarının Denetimi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2017, s. 7-8).

Danıştay 13. Dairesi de 05.12.2016 tarihli ve 4102-4098 sayılı kararında “…her ne kadar temyize konu Mahkeme kararında, davalı şirketin özel hukuk tüzel kişisi ve dava konusu işlemlerin de özel hukuk işlemleri olduğu ifade edilmişse de, özel faaliyetler için söz konusu olamayacak üstün ayrıcalıklara sahip olan, yükümlülükler rejimine tabi tutulan ve sorumluluğu ile denetimi son tahlilde bir kamu otoritesi tarafından üstlenilen kamu hizmeti niteliğindeki elektrik dağıtım faaliyetini yürüten davalı şirket ile davacı şirket arasındaki ilişkinin ticari bir ilişki olarak değerlendirilemeyeceği, bu kapsamda kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade açıklamasıyla tesis edilen dava konusu işlemlerin yargısal denetimini yapma görevinin idari yargı merciine ait olduğu sonucuna ulaşıldığından, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerlerince yapılacağından bahisle davanın görev yönünden reddine ilişkin temyize konu mahkeme kararında usul hükümlerine uygunluk görülmemiştir.” gerekçesiyle bir hizmetin kamu hizmeti olarak kabul edilebilmesi için muhakkak klasik idari makamlarca yürütülmesinin gerekmediği sonucuna ulaşmıştır. 

Konumuza ilişkin olarak, Anayasa’nın 59. maddesinin yanı sıra, suç ve karar tarihinde “Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” adını taşıyan ve 09.07.2018 tarihli ve 30473 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) 12. maddesinin (a) bendiyle adı “Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu” olarak değiştirilen 3289 sayılı Kanun’un “Kamu görevlisi sayılma” başlıklı Ek 1. maddesinde yer alan “Kamu hizmeti olarak yapılan gençlik ve spor organizasyonlarında görevlendirilen geçici görevliler, o organizasyonla ilgili görevlerini fiili olarak yürüttükleri süre içinde veya bu görevi ile ilgili ilişkileri sırasında kamu görevlisi sayılır. Ceza kanunlarının uygulanması bakımından, bunların işledikleri suçlarla, bunlara karşı işlenen suçlarda Devlet memurlarına ilişkin hükümler uygulanır.” hükmü ile Devlet Denetleme Kurulunun “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Faaliyetlerinin Denetimi ile Özerk Federasyon Uygulamalarının Değerlendirilmesi” konulu, 02.04.2009 tarihli ve 2009/03 sayılı Denetleme Raporunda belirtilen “sporun esas olarak Devletçe yürütülmesi gereken bir kamu hizmeti olduğu ve özerklik ile yetki devredildiği” hususundaki tespitler birlikte değerlendirildiğinde; sporun bir kamu hizmeti olduğu, söz konusu rapor ve düzenlemelerde gençlik ve spor organizasyonlarının kamu hizmeti niteliğinin vurgulandığı anlaşılmaktadır (Serkan Asker, s. 8-9).

C) Genel Boyutlarıyla Ülkemizde Spor Yönetimi, Federasyon Yapılanması ve Bu Bağlamda Türkiye Atletizm Federasyonu

Ülkemizde spor faaliyetlerinin kurumsal boyutta düzenlenip yürütülmesinin kanuni dayanaklarından olan 3289 sayılı Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinin suç ve karar tarihinde uygulanması gereken hâlinde; “Bu Kanunun amacı, Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı, merkezde katma bütçeli ve tüzel kişiliğe sahip Spor Genel Müdürlüğünün, taşrada ise özel bütçeli Gençlik Hizmetleri ve Spor İl ve İlçe Müdürlüklerinin kurulmasına, teşkilat, görev ve yetkilerine ait esas ve usulleri düzenlemektir” hükmüne yer verilmiştir. 

Bu Kanun’la spor yönetiminin devredildiği Spor Genel Müdürlüğü, suç ve karar tarihinden 703 sayılı KHK ile 3289 sayılı Kanun’da yapılan değişikliğe kadar olan dönemde, doktrinde kabul edilen görüşe göre; idare hukuku ilkelerine göre kamu tüzel kişiliğini haiz, özel bütçeli ve Gençlik ve Spor Bakanlığının bağlı kuruluşu olan, hizmet yerinden yönetim kuruluşu olarak nitelendirilmekteydi (N. Günal, Türk Spor Yönetimi, Spor Hukuku Dersleri, Editör: Av. Kısmet Erkiner, Ed. Yrd. Ali Soysüren, Kadir Has Üniversitesi Spor Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi, Yayın No: 2, s. 217, Serkan Asker, s. 20). 793 sayılı KHK yapılan değişiklik sonucunda Spor Genel Müdürlüğüne ait yetkiler genel olarak Gençlik ve Spor Bakanlığına ve tüzel kişiliğe sahip taşrada özel bütçeli Gençlik Hizmetleri ve Spor İl ve İlçe Müdürlüklerine devredilmiş olup konumuzla ilgisi bakımından 3289 sayılı Kanun’un daha ziyade suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan hükümlerinin incelenmesi isabetli olacaktır. 

Bu bağlamda, 3289 sayılı Kanun’un suç ve karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan hâlinin incelenmesinde;

Aynı Kanun’un “Merkez Teşkilatı” başlıklı 4. maddesinin (a) bendinde Spor Federasyonu Başkanlıkları, Spor Genel Müdürlüğünün ana hizmet birimleri arasında sayılmıştır. “Federasyon teşkili ve profesyonel dalların tespiti” başlıklı 18. maddede ise, bir veya daha fazla spor dalının, teknik ve idari bakımdan birer federasyona bağlanacağı hüküm altına alınmıştır. 

Spor federasyonları 3289 sayılı Kanun’un Ek 9. maddesinde düzenlenmiştir. “Bağımsız spor federasyonları” başlıklı bu maddede; “Spor dalı ile ilgili faaliyetleri ulusal ve uluslararası kurallara göre yürütmek, gelişmesini sağlamak, sporcu sağlığı ile ilgili konularda gerekli önlemleri almak, teşkilatlandırmak, federasyonu uluslararası faaliyetlerde temsil etmek ve Tahkim Kurulu kararlarını uygulamakla görevli ve yetkili, özel hukuk hükümlerine tabi bağımsız spor federasyonları kurulur. Federasyonlar, Merkez Danışma Kurulunun uygun görüşü, Bakanın teklifi ve Başbakanın kararı ile kurulur ve kararın Resmi Gazetede yayımlanması ile tüzel kişilik kazanır. Bu Kanunda belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmeyen federasyonların tüzel kişilikleri bu maddede belirtilen usulle iptal edilir ve mal varlıkları Genel Müdürlüğe devredilir. Genel Müdürlük tarafından bağımsız spor federasyonlarına yapılan yardımlar ile Genel Müdürlük bütçesinden bu federasyonlara tahsis edilen kaynaklar kullanılarak edinilen her türlü taşınır ve taşınmazlar edinim amacı dışında kullanılamaz ve Genel Müdürün izni alınmadan üçüncü kişilere satılamaz ve devredilemez. Genel Müdürlük tarafından yapılan yardımlar ve tahsis edilen kaynaklar kullanılarak alınan taşınmazların mülkiyeti Genel Müdürlüğe ait olur. Bu taşınmazlar Genel Müdürlüğün mevzuatı çerçevesinde kullanılır. Federasyon malları Devlet malı hükmündedir, haczedilemez. Federasyon faaliyetlerinde görevli bulunanlar, görevleriyle ilgili olarak işlemiş oldukları suçlar bakımından kamu görevlisi sayılır.” şeklinde düzenleme yapılmış, maddenin ikinci fıkrasında da federasyonların merkez teşkilatının; genel kurul, yönetim, denetim, disiplin kurulları ile genel sekreterlikten oluştuğu, üçüncü fıkrasında da federasyonun ana statüsünün genel kurul tarafından belirleneceği öngörülmüştür.

Aynı Kanun’un Ek 9. maddesinde ayrıca, bağımsız federasyonların bütçesinin; katılım payı, tescil, vize, transfer, itiraz, ceza, yayın, sponsorluk, reklam, yardım, bağış ve benzeri gelirlerden oluştuğu, bu gelirlerin ana statüsünde belirlenen usul ve esaslar dahilinde harcanacağı, Genel Müdürlük bütçesinden bağımsız federasyonlara, ilgili branşın alt yapısına ve eğitime ilişkin projelerinin desteklenmesi amacıyla gerektiğinde kaynak tahsis edilebileceği, federasyonların her türlü faaliyetlerinin denetiminin; genel kurul, denetim kurulu ve Bakan tarafından görevlendirilecek denetim elemanlarınca yapılacağı, federasyon harcamalarının yerindelik denetiminin yetkili kurullarınca, Genel Müdürlükçe yapılan her türlü yardımların amaca uygunluğunun ve denetiminin ise Genel Müdürlükçe yapılacağı, Genel Müdürlük tarafından yapılan ayni ve nakdi yardımların mevzuata ve amacına uygun olarak harcanmaması hâlinde oluşacak zararın, kusurları bulunan federasyon başkanı ve yönetim kurulu üyelerinden tahsil edileceği ve bunlar hakkında suç duyurusunda bulunulacağı, öte yandan, federasyonların, faaliyette bulundukları spor dalları ile ilgili olarak bağlı oldukları uluslararası federasyonun kurallarını göz önünde bulundurarak hangi eylem ve davranışlara ne tür sportif ceza verileceğini ceza talimatında düzenleyecekleri, federasyonların programında yer alan veya izni ile yapılan faaliyetlerden dolayı sportif ceza verme yetkisinin federasyon disiplin/ceza kuruluna ait olduğu, federasyonların ana statüsünün Resmi Gazete’de, ana statüye dayanılarak hazırlanan yönetmelik dışındaki talimat ile diğer alt düzenleyici işlemlerin ise Genel Müdürlüğün internet sitesinde yayımlanacağı hükme bağlanmıştır. 

3289 sayılı Kanun’un Ek 9. maddesinde 12.04.2011 tarihli ve 27903 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6215 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 10. maddesiyle yapılan değişiklikten önce, maddede “bağımsız” ibaresi yerine kullanılan “özerk” ibaresinin, idare hukuku açısından idari ve mali anlamda iki boyutu bulunmaktadır. İdari özerklik; özerk kuruluşların kendi organları aracılığıyla serbestçe karar alabilmelerini ifade etmektedir. Buna göre bir kurumda yönetimin atama ile değil de, seçimle iş başına gelmesi özerkliğin bir ön koşulu olarak kabul edilebilir (Tekin Çolakoğlu – E. Esra Erturan, “Spor Federasyonlarının Özerkleşmeleri ve Hukuksal Boyutunda Spor Hukuku Gereksinimleri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış – 2009, C: 8, S: 27, s. 326). Mali özerklik ise; özerk kuruluşların ayrı malvarlığına sahip olabilmelerini ve kanunların öngördüğü esaslar çerçevesinde kendi organlarının kararlarına dayanarak harcama yapabilmelerini öngörmektedir (E. Esra Erturan, “Türkiye’de Spor Federasyonlarında Özerklikle İlgili Gelişmeler – Federasyon Başkanlarının Görüşleri Açısından Bir Değerlendirme”, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2003, s. 7; TOBB, “Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılması”, Yerel Yönetim Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 1996, s. 26; Tekin Çolakoğlu – E. Esra Erturan, s. 326). Spor yönetiminde özerklik; sporun milletlerarası yapılması nedeniyle ve sportif başarının artırılması, yönetimde etkinliğin sağlanması ve uzmanlaşmanın sağlanması gibi faktörlerle uygulanan bir yönetim tarzı olarak ortaya çıkan bir yönetim tarzıdır (Serkan Asker, s. 48-49). 

Doktrinde, her ne kadar bu federasyonların kanunda özerk oldukları ifade edilse de; suç ve karar tarihi itibarıyla, özellikle federasyonların statülerini Spor Genel Müdürlüğü tarafından öngörülen çerçeve statüye uygun şekilde hazırlamak zorunda olmaları, özerk federasyonların ceza veya disiplin kurullarınca verilen kararlara karşı Genel Müdürlük bünyesinde oluşturulacak Tahkim Kuruluna itiraz edilebilmesi ve özerk federasyonların her türlü faaliyet ve işlemlerinin Genel Müdürlüğün bağlı olduğu Bakanlığın denetimine tâbi olmasının, tam ve gerçek anlamda bir özerkliğin bulunmadığını ortaya koyduğu, bu bakımdan söz konusu federasyonların gerçekte “yarı özerk” oldukları değerlendirilmektedir (Erkan Küçükgüngör, “Kadir Has Üniversitesi Spor Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi, Spor Hukuku Seminer Notları”, İstanbul, 2006, Tekin Çolakoğlu – E. Esra Erturan, s. 331). 

Bağımsız spor federasyonlarının teşkilatlanması ve çalışma usullerine ilişkin mevzuat ve yapılan açıklamalar doğrultusunda, bu federasyonların hukuki statülerinin de irdelenmesi gerekmektedir. 

Anayasa’nın “İdarenin bütünlüğü ve kamu tüzelkişiliği” başlıklı 123. maddesinin suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan hâli; “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” şeklinde olup doktrinde kamu tüzelkişiliği; kamu hizmetlerini ifa ederek kamu yararı amacı sağlayan, kamu gücü ile donatılmış olan ve kamu hukukuna tabi olan tüzel kişilik olarak tanımlanmaktadır (Kemal Gözler, İdare Hukuku, C:1, 2. Baskı, Bursa, Ekin Kitabevi, s. 161).

Kamu tüzelkişiliği ile özel hukuk tüzelkişiliği arasındaki farklarla ilgili olarak doktrinde; özel hukuk tüzelkişiliğinden farklı olarak, kamu tüzelkişiliğinin ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulması, amacının kamu yararı olması, faaliyet konusunun değiştirilmesinde karar organlarının tek başına yetkili olmaması, icrai nitelikte kararlar alıp uygulayabilmek suretiyle kamu gücüyle donatılması ve üzerlerindeki denetimin daha sıkı yürütülmesi gibi hususlar belirtilmektedir (Serkan Asker, s. 39-40).

Doktrinde bu kriterler de dikkate alınarak yapılan değerlendirmeler sonucunda varılan çoğunluk görüşü; bağımsız spor federasyonlarının kamu tüzelkişisi olarak kabul edilmesi gerektiği yönündedir (Mustafa Avcı, “Spor federasyonlarının hukuki niteliği, idari teşkilat içindeki konumu ve bağımsızlığı sorunu”, İÜHFM, Y: 2012, C: 70, S: 2, s. 14; Abdullah Uz, “Sporla İlgili Uyuşmazlıkların Çözümünde Zorunlu Tahkim Yolu: Tahkim Kurulları ve Kararlarının Niteliği”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Y: 2011/1, S: 13, s. 291; Hatice Özdemir Kocasakal, Sportif Uyuşmazlıkların Tahkim Yoluyla Çözümü ve Spor Tahkim Mahkemesi, İstanbul, Vedat Kitapçılık, s. 29; Serkan Asker, s. 76).

Gelinen noktada, federasyonun dayanağını kanundan alması, karar ve işlemlerinin denetiminin Spor Genel Müdürlüğü bünyesindeki Tahkim Kurulu tarafından yapılması, Devlet tarafından federasyonlara mali yardım yapılması, yapılan yardımların amaca uygun harcanıp harcanmadığının denetiminin Genel Müdürlükçe gerçekleştirilmesi, faaliyet alanlarının kamu hizmeti niteliğindeki spora ve bu husustaki faaliyetlerin eksiksiz yürütülmesine ilişkin olması karşısında, aralarında Türkiye Atletizm Federasyonunun da bulunduğu bağımsız federasyonların kamu tüzelkişisi oldukları kabul edilmelidir. 

Nitekim Anayasa Mahkemesince de 02.07.2009 tarih ve 118-107 sayı ile; “Özerk spor federasyonları denetim bakımından merkezi idareye bağlıdırlar. Ek Madde 9’un son fıkrasına göre, bu federasyonların her türlü faaliyet ve işlemleri Genel Müdürlüğün bağlı olduğu Bakanlığın denetimine tâbidir. Bu denetim sonucunda görevi başında kalmasında sakınca görülen federasyon başkanı veya yönetim kurulu üyeleri hakkında karar almak üzere, Genel Müdürlüğün bağlı olduğu Bakan, genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırabilir. Bunların Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından öngörülen çerçeve statüye uygun şekilde hazırlanması zorunlu olup, ceza veya disiplin kurullarınca verilen kararlara karşı Genel Müdürlük bünyesinde oluşturulacak Tahkim Kurulu’na itiraz edilebilir. … Özerk federasyonların kuruluşları, denetimleri, mali yapıları, ve kararlarına karşı merkezi idare içerisinde oluşturulan Tahkim Kurulu’na başvurulabilmesi gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, bunların hizmet yerinden yönetim kuruluşları oldukları” belirtilmek suretiyle aynı sonuca ulaşılmıştır. 

Ç) Türkiye Atletizm Federasyonu (TAF)

Türkiye Atletizm Federasyonunun teşkilatı, genel kurulun oluşumu, toplanması, yönetim, denetleme ve ceza kurullarının çalışmaları ile görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla, 3289 sayılı Kanun’un Ek 9. maddesi ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Özerk Spor Federasyonları Çerçeve Statüsüne dayalı olarak Türkiye Atletizm Federasyonu Ana Statüsü hazırlanmış ve 01.03.2007 tarihli ve 26449 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur. Suç ve karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Ana Statü, 15.01.2013 tarihli ve 28529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren aynı adlı statü ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Suç ve karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ana Statü’nün “Teşkilat” başlıklı 5. maddesinde, yönetim kurulu ve ceza kurulu federasyonun merkez teşkilatı içerisinde sayılmış, 15.01.2013 tarihinde yürürlüğe konulan ana statü ile ceza kurulunun adı disiplin kurulu olarak değiştirilmiştir. 

Uyuşmazlığın çözümüyle ilgili olarak suç ve karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ana Statü’nün ilgili hükümlerinin incelenmesinde;

“Cezalar” başlıklı 39. maddesinde; “Atletizm müsabaka ve çalışmalarında, kulüpler, sporcular, yöneticiler ve antrenörler ile diğer tüm teknik ve idari personel tarafından yapılan sporun ve sporculuğun ruhuna aykırı fiiller ve bunlara uygulanacak müeyyideler, milli ve milletlerarası teamüllere uygun olarak yönetim kurulu tarafından hazırlanacak talimatla tespit edilir. Belirlenecek fiillere uygulanacak cezalar, ihtar, faaliyetlerden men, geçici ya da sürekli hak mahrumiyeti, lisans iptali, para cezası ve yetki iptalidir.” hükmüne yer verilmiştir. 

“Ceza Kurulu” başlıklı 17. maddesinde; bu kurulun, kulüpler, atletizm faaliyetinde bulunan kuruluşlar, sporcular, hakem, antrenör, menajer, yönetici ve görevli diğer kişilerle ilgili olay ve fiillere ilişkin ceza işlerine bakacağı, ceza suçunu teşkil eden fiil ve cezalara ilişkin hususların da talimatla düzenleneceği; 18. maddesinde ise, Genel Müdürlük bünyesinde kurulmuş olan tahkim kurulunun; federasyon ile kulüpler, federasyon ile sporcu, hakem, antrenör, idareci ve benzeri spor elemanları, kulüpler ile sporcu, antrenör, idareci ve benzeri spor elemanları, kulüpler ile kulüpler arasında çıkacak ihtilaflar hakkında Federasyon Yönetim kurulunca verilecek kararlar ile ceza kurulu kararlarını, ilgililerin itirazı üzerine inceleyerek kesin karara bağlayacağı öngörülmüştür. 

Disiplin ihlalleri ve bunlara bağlı yaptırımlar irdelendiğinde;

Ana Statü doğrultusunda, atletizm faaliyetlerinde disiplini sağlamak için uluslararası esaslara ve teamüllere uygun olarak, disiplin suçu teşkil eden fiillerle, bu fiillere uygulanacak cezaların belirlenmesi amacıyla düzenlenip suç ve karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Talimatı’nın 2. maddesinde, talimat hükümlerinin atletizm faaliyetlerinde bulunan kulüpleri, kurum ve kuruluşları, sporcuları, hakemleri, antrenörleri, yöneticileri, atletizm dalı görevlilerini ve atletizmle ilgili diğer kişileri kapsadığı hüküm altına alınmıştır. 

Talimat’ın “Disiplin Cezaları” başlıklı 3. bölümünde yer alan hükümlerden; “Cezalar” başlıklı 9. maddede, bu talimata göre belirlenen disiplin suçlarına uygulanacak disiplin cezalarının; ihtar, yarışmadan men, hak mahrumiyeti, para cezası, tescil iptali, puan indirme ve küme düşürme cezaları olduğu; 11. maddesinde de “yarışmalardan men” cezasının, kulübünün, sporcunun veya diğer kişilerin resmi yarışmalara katılmaktan men edilmesini ifade ettiği belirtilmiştir.

Konumuza ilişkin olarak, Talimat’ın “Genel Hükümler” başlıklı 4. bölümünde düzenlenen ve “Cezayı Gerektiren Fiiller” başlığı altında yer verilen, “Sportmenliğe Aykırı Hareket” başlıklı 18. maddesinde; “Sportmenliğe veya spor ahlakına aykırı hareket eden, tutum ve davranışlarıyla atletizmin veya  Türkiye Atletizm Federasyonunun saygınlığını zedeleyen,  kişi veya kulüpler, kurum ve kuruluşlar, bu hususta ayrı ceza hükmü bulunmadığı takdirde yarışmalardan men veya hak mahrumiyeti cezası ile cezalandırılır. Sportmenliğe ve spor ahlakına aykırı hareket eden sporculara ve diğer kişilere 15 gün ile 6 ay arasında yarışmadan men ceza belirli süreli hak mahrumiyeti cezası verilir.”, aynı bölümde “Yabancı Ülkede Cezayı Gerektiren Fiil” başlığı altında düzenlenen 43. maddede ise, “Bu talimata göre yarışmalardan men veya hak mahrumiyetini gerektiren suçlar (fiiller) yabancı ülkede işlendiği takdirde tayin edilecek ceza bir kat arttırılır.” hükümlerine yer verilmiştir. 

Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sporun esas olarak Devletçe yürütülmesi gereken bir kamu hizmeti olduğu ve spor faaliyetlerinin niteliklerinden kaynaklanan nedenlerle Devletin spor yönetimine ilişkin yetkilerini özerklik yoluyla devrettiği, bu bağlamda, atletizm sporuna ilişkin kamu hizmeti yürüten tüzel kişi olan ve Türkiye Atletizm Federasyonunun özel hukuk hükümlerine tabi olmasının, kurumun ve yürüttüğü faaliyetin kamusal niteliğini ortadan kaldırmadığı,

Türkiye Atletizm Federasyonunun, ana statüsünde sayılan ve aralarında sporcuların da bulunduğu taraflarca icra edilen kamu hizmetlerinin eksiksiz ve sorunsuz yürütülmesi hususunda gereken disiplinin sağlanması açısından, 3289 sayılı Kanun’dan aldığı yetki doğrultusunda, kendi karar organlarınca ve idare hukukuna uygun yöntemlerle ceza talimatı hazırlayıp yürürlüğe koyduğu, dolayısıyla bu talimatta yer alan disiplin kurallarının özel hukuk sözleşmelerinden değil, söz konusu kamu hizmetinin yürütülmesine yönelik idari işlemlerden kaynaklandığı gibi bu talimata konu disiplin kurallarının ihlalinin de özel hukuktan kaynaklanan borç ilişkisine aykırılık yerine, kamu hizmetinin yürütülmesine aykırı davranışlar nedeniyle düzenlenen idarî ceza niteliğinde oldukları ve söz konusu cezalara karşı idari makam konumundaki Tahkim Kuruluna başvuru imkânının sağlanmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; atletizm sporcusu olan katılan … hakkında sanığın başvurusu üzerine, Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulunca ceza verilmesine ilişkin işlemin idari yaptırım niteliğinde olduğunun ve adı geçen Federasyonun da söz konusu yaptırımın uygulanması açısından TCK’nın 267. maddesinin birinci fıkrasında yer alan yetkili makam niteliği taşıdığının kabulü gerekmektedir. 

Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu bakımından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.

İncelenen dosya kapsamı, birinci uyuşmazlık konusuna ilişkin açıklamalar ve varılan sonuç doğrultusunda diğer uyuşmazlık konularının değerlendirilmesinde;

2- Sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığı;

Katılan … hakkında idari yaptırım uygulanmasına yönelik ihbarda bulunan sanık …’ın 19.09.2011 tarihli dilekçesiyle, katılanın ve sanığın beyanlarında tanık olarak adları geçen…, … ve…’in iddia konusu olaylara ilişkin Federasyona verdikleri beyan dilekçelerinin dosyada bulunduğu, katılan hakkında idari yaptırım uygulanmasına ilişkin Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca verilen 19.10.2011 tarihli ve 12-10 sayılı karar ile idari yaptırımın itirazen kaldırılmasına ilişkin Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunca verilen 18.11.2011 tarihli ve 123-191 sayılı karar asıllarının da kovuşturma aşamasında dosyaya getirtildiği, yine bu kararlarda olay tanığı oldukları belirtilen ve beyanları ilgili kararlara esas alınan… ve …’le birlikte İbrahim Kabal’ın da aşamalarda tanık olarak ifadelerinin alındığı, idari makamlarca verilen kararların, bu kararlarda dayanılan ve Yerel Mahkemece hükme esas alınan tanık anlatımlarının da dosya içeriğiyle uyumlu ve hüküm kurmaya elverişli olması karşısında; ayrıca idari makamlarca katılan hakkında verilen kararlara konu dosyaların da getirtilip incelenmesini, böylelikle araştırma yapılmasını gerektirecek bir husus söz konusu olmayıp Yerel Mahkemece dosyadaki mevcut delillerle hüküm kurulmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; “Katılan … hakkında idari yaptırım uygulanması kararına ve bu karara yönelik itiraza konu dosyaların ilgili kurumlardan getirtilerek incelenmesi, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulduğu” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

3- Sanığa atılı iftira suçunun oluşup oluşmadığı;

Türkiye Atletizm Federasyonunda Milli Takım Antrenörü olan sanık …’ın, 2011 yılında Güney Kore ülkesinde gerçekleştirilen Dünya Atletizm Şampiyonasının bitiminde kafile hâlinde Türkiye’ye döndükten sonra, şampiyonada yarışan milli takım sporcuları arasında yer alan katılan …’nın bu şampiyona sırasında, kendi müsabakasından bir gün önce saat 02.30 sıralarında Amerikalı sporcularla sohbet ettiğinin tespit edildiğini ve aralarında katılanın antrenörünün de olduğu diğer antrenörler tarafından uyarılarak odasına gönderildiğini, katılanın bu davranışının bayrak yarışında da devam ettiğini ve kaldıkları tesise saat 04.30’da erkek bir sporcu ile birlikte tesisin yan taraftan geldiğinin antrenör… tarafından da tespit edildiğini beyan ederek katılan hakkında gereğinin yapılması talebiyle Federasyon Başkanlığına yazılı başvuruda bulunduğu, bu başvuru üzerine Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca yürütülen idari soruşturma sonucunda katılanın 30 gün süreyle yarışmalardan men cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, ancak katılan vekilince bu karara itiraz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunca; katılana isnat edilen eylemlerin sabit olmadığı gerekçesiyle itirazın kabulüne ve söz konusu cezanın kaldırılmasına karar verildiği olayda; sanığın iddialarına konu olan ve şampiyona sırasında farklı zamanlarda gerçekleştiği belirtilen iki ayrı olaydan birincisinde, katılanın saat 02.00 sıralarında otel önünde diğer sporcularla birlikte oturması nedeniyle hem katılanın kendi antrenörü, hem de orada bulunan diğer antrenörler tarafından uyarılarak odasına gönderildiğine ilişkin iddianın olay anında orada bulunan ve katılanı uyardığı söylenen tanıklar…, … ve…’in beyanlarıyla doğrulanmaması, katılanın saat 04.00 sıralarında yabancı bir erkek sporcuyla birlikte tesisin yan tarafından geldiğine ilişkin ikinci olaya konu iddianın ise, sanığın bu olayı kendisine bizzat anlattığını söyleyen tanık… tarafından inkâr edilmesi ve katılan hakkında idarî yaptırım uygulanması hususunda yetkili makam olan Türkiye Atletizm Federasyonu tarafından verilen idari yaptırım kararının da itiraz makamınca, tanık beyanlarına göre katılana atılı eylemlerin sabit olmadığı gerekçesiyle kaldırılmış olması karşısında; sanığın, katılana yönelik isnatlarının maddi olgu ve vakıalara dayanmadığı, dolayısıyla, katılanın işlemediğini bildiği hâlde ve katılan hakkında idari yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla, ceza talimatında belirtilen ve disiplin ihlali niteliğinde olan hukuka aykırı fiilleri katılana isnat etmek suretiyle yaptığı başvurunun, sporcunun disipline aykırı davranışlarını bildirme yetkisi kapsamında değerlendirilemeyeceği anlaşıldığından, sanığa atılı iftira suçunun unsurlarının oluştuğunun kabulü gerekmektedir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; “dosyada mevcut deliller itibarıyla sanığa atılı iftira suçunun oluşmadığı” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : 

Açıklanan nedenlerle, 

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.06.2019 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık konusu bakımından oy birliğiyle, ikinci ve üçüncü uyuşmazlık konuları bakımından oy çokluğuyla karar verildi.

Yorumunuzu Paylaşın

SON YAZILAR