Türkiye’de taraftar şiddeti hep gündemde oldu.
Taraftar şiddetini önlemek için kanunlar yapıldı. Kanunlar değiştirildi. Yeni kanunlar yapıldı. Onlar değiştirildi. Cezalar artırıldı. Cezalar indirildi.
Bugün yine cezaların artırılması tartışılıyor.
Dün medyada konuyla ilgili iddialar ileri sürüldü. İddiaya göre, 6222 sayılı Kanun değiştirilecekmiş. Kapsamı genişletilecekmiş. Cezalar artırılacakmış.
Stada yasak madde sokmak, müsabaka düzenini bozacak davranışlarda bulunmak, hakaret içeren sloganlar, kasten yaralama, yüze yarım ve tam maske takma cezaları iki kat artacakmış.
Şiddete teşvik eden ve haraket içeren beyenatlar da iki kat ceza ile cezalandırılacakmış.
AKP, “ANAYASAYA AYKIRILIK” İDDİASIYLA CEZALARI İNDİRMİŞTİ?
Bu haberleri okurken gülüyorum.
Nereden nereye? Kimler kimlerle yan yana düşüyor!
6222 sayılı Kanun kabul edildiğinde, kamu düzenini bozan, şiddet içeren davranışlar için ağır cezalar öngörülmüştü.
Kanun yayınlandıktan kısa süre sonra kanundaki cezalar ciddi biçimde azaltıldı.
Neden?
Neden büyük umutlarla ve iddialı söylemlerle kabul edilen kanun bir anda değiştirildi?
3 Temmuz süreci başladı. Birçok kulübün yöneticisi, futbolcusu gözaltına alındılar.
AKP köşeye sıkıştı. AKPliler bazı kulüplerin yöneticilerini kurtarmak için hemen kanun taslağı hazırladılar. Kanun değişikliği ile, şikenin cezası indirilecek ve yöneticiler kurtarılacaktı.
AKP‘ye CHP ve MHP de katıldı. HDP imzasını çekti. Hatta HDP milletvekilleri, kanun değişikliğinin görüşüldüğü genel kurulda bu kanun değişikliğine açıkça karşı çıktılar. HDP milletvekili Altan Tan, kanun değişikliğinin Fenerbahçe için yapıldığını ileri sürdü.
TBMM, kanunu kabul etti. Kanun kabul edildi edilmesine ama kamuoyunda büyük tepki doğdu. “Şikecileri kurtarıyorlar” tepkisi çığ gibi büyüdü.
O güne kadar tanık olmadığımız bir olay gerçekleşti ve dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kanunu TBMM‘ye geri gönderdi.
Cumhurbaşkanının kanunu geri gönderme gerekçesini hatırlayalım:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca 24/11/2011 tarihinde kabul edilen 6250 sayılı “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” incelenmiştir.
Sportif faaliyet ve organizasyonlarda düzenin sağlanarak sporun kitlelere yayılmasının teşvik edilmesi amacıyla yürürlüğe konulan 5149 sayılı Kanunun, yürürlüğe girdiği 2004 yılından itibaren spor müsabakalarında şiddet ve düzensizliği önlemede yetersiz kaldığı görülmüş ve anılan yetersizlikler ile uygulamada karşılaşılan noksanlıkların giderilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisince 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun kabul edilerek 14/4/2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Genel gerekçesinde, diğer ülkelerin ve uluslararası spor örgütlerinin düzenlemeleri ile teamüllerinin gözönünde bulundurularak hazırlandığı ve uluslararası sözleşmeler ile gelişmelere paralellik sağlandığı belirtilen 6222 sayılı Kanunla spor alanında faaliyet gösterenlerin ve taraftarların haklarının korunması, düzensizlik ve şiddet olaylarının önlenmesi amacıyla bu alana özgü suçlar ve cezaları düzenlenmiştir.
İncelenen Kanunla ise, şike ve teşvik primi suçu başta olmak üzere 6222 sayılı Kanunda çeşitli suçlar için getirilen hapis cezalarının indirilmesi, bazı fiiller için öngörülen hapis cezalarının yerine adli para cezası verilmesi ve bu değişikliklere bağlı olarak görevli mahkemelerin değiştirilmesi öngörülmüştür.
Bilindiği gibi, hukuk devletinde, ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine ilişkin kurallar, ceza hukukunun temel ilkeleri ile Anayasanın ilgili hükümleri başta olmak üzere, ülkenin sosyal ve kültürel yapısı, etik değerleri ve ekonomik hayatın ihtiyaçları gözönüne alınarak tespit edilecek ceza siyasetine göre belirlenir.
Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken hangi fiillerin suç sayılacağı, bunların hangi tür ve ölçüdeki ceza müeyyideleri ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edilebileceği konularında takdir yetkisine sahiptir. Bu yetki kullanılırken suç ve ceza arasındaki adil dengenin korunmasının sağlanması ve öngörülen cezanın, cezalandırmada güdülen amacı gerçekleştirmeye elverişli olması gibi esaslar dikkate alınır. Suç ve ceza arasında adalete uygun bir oranın bulunup bulunmadığının tespitinde ise o suçun toplumda doğurduğu infial ve etki, kişiler üzerinde oluşturduğu tehlike ve zarar ile bunların azlığı veya çokluğu, suçun işlenme oranındaki azalma veya artış gibi faktörlerin de dikkate alınması gerekir. Aksi takdirde, yapılan düzenleme gerçek amacının dışında sonuçlar doğurabileceği gibi toplumun adalete olan güven duygusunun sarsılmasına da sebep olur.
Bu itibarla, incelenen Kanunla öngörülen değişikliklerin, ölçülülük ve caydırıcılık gibi ceza hukukunun temel prensiplerini etkisiz kılacağı ve yukarıda belirtilen sakıncaları doğurabileceği düşünülmektedir.
Diğer taraftan, 6222 sayılı Kanunda değişiklik öngören bu Kanunun gerekçesinde, yapılan değişikliklerin, diğer kanunlarda öngörülen suçlara verilen cezalar dikkate alınmak suretiyle adil ve hakkaniyete uygun cezalar belirlenmesi amacıyla gerçekleştirildiği belirtilmekte ise de, kamuoyunda, genel ve gereklilikten doğan bir düzenleme olmaktan ziyade, halen yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında bulunan kişilere yönelik özel bir düzenleme olduğu intibaını uyandırdığı, bu durumun da değişikliğin esas amacı dışında özel bir saikle hazırlandığı eleştirilerine sebebiyet verdiği görülmektedir.
Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 6250 sayılı “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için, Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.”
TBMM Adalet Komisyonu, geri gönderilen kanunu aynen benimsedi. Komisyon, cumhurbaşkanının itirazlarına düzgün şekilde değinmeden, eleştirileri kulak arkası ederek ve kamuoyunu aptal yerine koyarak kanunun aynen kabul edilmesi gerektiğini ifade etti.
TBMM Adalet Komisyonu‘nun konuyla ilgili raporu aşağıdaki gibidir:
“6250 sayılı Kanun; toplumun adalete olan güven duygusunun sarsılmasına neden olacağı, suç ve ceza arasında ölçülülük ve caydırıcılık gibi ceza hukukunun temel prensiplerini etkisiz kılacağı, kamuoyunda genel ve gereklilikten doğan bir düzenlemeden ziyade halen yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında bulunan kişilere yönelik özel bir düzenleme olduğu intibaını uyandırdığı ve esas amacın dışında özel bir saik ile hazırlandığı gerekçeleriyle, Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince bir daha görüşülmek üzere Cumhurbaşkanınca geri gönderilmiştir.
Demokratik yasama süreçlerinin her evresi, sistemin üreteceği ürün yönünden bir süzgeç ve teminat işlevi görür. Anayasanın 89 uncu maddesinde Cumhurbaşkanına tanınan geri gönderme yetkisi ve bu yetki kullanımının konumlandığı evre, bu bağlamda değerlendirilmelidir. Cumhurbaşkanının geri göndermeye ilişkin takdiri, yeniden görüşecek Yasama Organını elbette ki bağlamaz (Anayasa md.89/2). Komisyon daha çok yerindelik sebebine dayalı geri gönderme gerekçesini ayrıntılı bir biçimde değerlendirmiştir. Müzakerelerde, eski rapordaki görüşün ve yayımlanmak üzere Cumhurbaşkanına sunulan Kanunun korunması yönünde bir irade ortaya çıkmıştır.
Adalet Komisyonunun hukuk kurucu işlevi yanında, sorunu ceza politikaları bakımından da değerlendiren siyasal bir organ olduğu, bu nedenle de yerindelik takdirini başka bir seçenekte değerlendirebileceği kuşkusuzdur. Komisyon, bu bağlamda Teklifin başlangıçta bütün siyasal partilerin, izleyen süreçlerde ise üç siyasal partinin ittifakıyla oluştuğuna özellikle işaret eder.
Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak ceza hukuku yaptırımlarının haklı ve ölçülü olması, suç işleyen kişinin bu fiilinden pişmanlık duymasının ve yeniden topluma kazandırılmasının ancak haklı ve suçun ağırlığıyla orantılı bir yaptırım ile sağlanabileceği ve bireylerin hukuka olan güvenlerinin pekişmesi ve cezanın caydırıcılık etkisinin doğru biçimde gösterilebilmesi için ceza hukukunun temel ilkelerinden olan orantılılık ilkesine uyulması gerektiği açıktır. Anayasanın 13 üncü ve 38 inci maddelerinin birlikte değerlendirilmesi de aynı sonucu getirmektedir. Bu değerler, Anayasa Mahkemesi içtihatlarında da ortaya konulmuştur. (Anayasa Mahkemesi, 30/3/2011 T, 2007/95 E, 2011/61 K)
Bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen Kanunun 1 inci maddesi ile 6222 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan şike suçunun “beş yıldan oniki yıla kadar” olan cezası “bir yıldan üç yıla kadar” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklik, “şike” suçunun mevcut Kanunda öngörülmüş olan cezasını azaltmakta ve cezayı suçla orantılı hale getirmektedir. Cezanın suçla orantılı olması aynı zamanda Anayasanın, “Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması” başlıklı 13 üncü maddesinin de bir gereğidir. Söz konusu maddeye göre, temel hak ve özgürlükler alanında bir sınırlama yapılırken diğer koşulların yanı sıra ölçülülük ilkesine de uygun hareket edilmesi gerekmektedir. Şike suçunun ihlal ettiği menfaat dikkate alındığında ve bu suçun ağırlığı ceza kanunlarında yer alan ve aynı miktarda cezayı gerektiren diğer suçların ağırlığı ile karşılaştırıldığında, öngörülen beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezasının orantısız olduğu sonucuna varılmıştır.
Geri gönderme gerekçesinde ayrıca; Kanunda şike suçunun cezasında yapılan indirimin, caydırıcılığı azalttığı ve son olarak kamuoyu tarafından bu Kanunun halen soruşturulan kişilere yönelik özel bir düzenleme olduğu şeklinde algılandığı belirtilmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, cezaların caydırıcı olması ağırlığına değil, kaçınılmaz olmasına bağlıdır. “Hafif bile olsa bir cezanın kaçınılmaz bulunması, ondan yakayı sıyırmanın olanaksız olması, cezadan kurtulma umudunu veren daha acımasız ve ağır bir başka cezanın yarattığı korkudan her zaman daha büyük bir korku, bir etki doğuracaktır. Çünkü ufak bile olsalar kötülükler/acılar kaçınılmaz olduklarında insanların ruhlarını her zaman ürpertirler.” (BECCARIA, Suç ve Cezalar Hakkında, Çev. S. Selçuk, s. 129, Ankara 2004).
Kaldı ki, caydırıcılık bakımından ceza miktarının belirlenmesinde, yaptırım paketinin bir bütün olarak ele alınması (6250 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile 6222 sayılı Kanunun değiştirilmesi öngörülen 11 inci maddesinin dokuzuncu fıkrası) ve cezanın bireyselleştirilmesi (TCK m.61) kriterlerinin de aynı bağlamda değerlendirilmesi gerekir. Erteleme, paraya çevirme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının yasaklandığı bir yıllık ceza, bu yasakların kendisine bağlanmadığı -sözgelimi- iki yıllık cezaya göre daha caydırıcıdır. Bireyselleştirme kriterlerine göre hâkim, temel cezayı alt sınırın üzerinde ve hatta üst sınırda bir miktar olarak belirleyebilir.
Öte yandan ceza kanunlarında yapılan değişikliğin bazı hallerde soruşturulan ve kovuşturulan kişilerin durumunu etkilemesi kaçınılmazdır. Ayrıca ceza kanunlarındaki lehe olan değişiklikler geriye yürüdüğünden, kişi, hakkında hüküm verilmiş hatta hükmün infazına başlanmış bile olsa, lehe olan değişiklikten yararlanır. Kişiye özel bir düzenleme olduğu izlenimi vermeden bir kanunda değişiklik yapmak için, hiç kimsenin o suçtan dolayı yargılanmadığı ve cezalandırılmadığı bir anı beklemek gerekir ki, böyle bir an mümkün değildir. Kanunda bundan sonra aynı suçları işleyen herkesi kapsayacak şekilde bir değişiklik yapılması kişiye özel bir düzenleme sayılmaması için yeterlidir. Muhtemelen Kanunun görüşülme zamanından hareketle geliştirilen “kişiye özel” görüntüsü, normun benzeri tüm fiilleri ve failleri kapsaması ve kanun kuralının uygulanmakla tükenen değil, gelecek zamanlara sari yürürlük etkisi karşısında genellik, soyutluk ve süreklilik unsurlarını içerdiği; “kişiye özgülük” karakteri taşımadığı açıktır.
Komisyonumuz, raporumuzda belirtilen anlayış içinde ve gerekçeler kapsamında 6250 sayılı Kanunun maddelerini oybirliğiyle aynen kabul etmiştir.
Kanunun 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8 inci maddeleri aynen kabul edilmiştir.“
Adalet Komisyonu, bu gerekçesiyle, kanun değişikliğinin sadece şikecileri kurtarmak amacıyla yapıldığını itiraf etti.
Kanunun Cumhurbaşkanına geri gönderilmesi süreci de ilginçti. HDP, baştan beri sürece karşı çıktı. HDP milletvekili Hasip Kaplan, kanunun belli çevreleri (şikecileri) korumak için çıkarıldığını açık açık söyledi. Hatta Kaplan daha ileri gitti ve 3 Temmuz iddianamesinde AKP milletvekili Nurettin Canikli‘nin ve diğer AKP’li milletvekillerinin isimlerinin bulunduğunu açıkladı.
CEZALAR NE İDİ? NE OLDU? NE OLACAK?
Abdullah Gül‘ün ve kamuoyunun karşı çıktığı kanun değişikliği ile cezalar kuşa döndü.
Birkaç örnek vereyim.
Şike için beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası öngörülürken, değişiklikle bu ceza bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına dönüştürüldü.
Esasen bulundurulması yasak olmamakla beraber kesici, ezici, bereleyici veya delici aletler ile patlayıcı, parlayıcı, yanıcı veya yakıcı maddeleri spor alanlarına sokan kişiye, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile veriliyordu. Kanun değişikliği ile, asgari ceza olan “üç ay” kaldırıldı.
Esasen bulundurulması yasak olmamakla beraber kesici, ezici, bereleyici veya delici aletler ile patlayıcı, parlayıcı, yanıcı veya yakıcı maddeleri seyircilere temin etmek amacıyla spor alanına sokan veya spor alanında seyircilere temin eden kişiye, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilirken; bu ceza altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına indirildi.
Esasen bulundurulması yasak olmamakla beraber kesici, ezici, bereleyici veya delici aletler ile patlayıcı, parlayıcı, yanıcı veya yakıcı maddeleri spor alanında kullanan kişi, bu suretle müsabaka düzeninin bozulması halinde, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası alırken; bu ceza üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına indirildi.
Spor alanlarında veya çevresinde toplum kesimlerini din, dil, ırk, etnik köken, cinsiyet veya mezhep farkı gözeterek hakaret oluşturan söz ve davranışlarda bulunan kişi, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyordu. Kanun değişikliği ile, bu ceza yarı yarıya indirildi ve üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmesi öngörüldü.
Spor alanlarına usulsüz seyirci girişi açısından çok önemli bir değişiklik yapıldı. 622 sayılı Kanun hükümlerine göre temin edilmiş bileti olmaksızın spor müsabakalarını izlemek amacıyla spor alanlarına giren kişi, adli para cezası ile cezalandırılıyor. Kanunda bu suçun spor müsabakalarına seyirci olarak katılmaktan yasaklanmış kişi tarafından işlenmesi halinde, bu kişi hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunacağı öngörülmüştü. Kanun değişikliği ile, hapis cezası kaldırıldı. Hapis cezası yerine adli para cezası getirildi. Kanun, bu ihtimalde verilecek adli para cezasının miktarı elli günden az olamayacağını öngördü.
ANAYASA MAHKEMESİ, YENİ DÜZENLEMELERİ İPTAL EDER Mİ?
Eğer TBMM, 6222’deki cezaları ağırlaştıran kanun tasarısını kabul ederse, ilginç bir hukuki tartışmayla karşı karşıya kalacağız.
Kanun koyucu, daha önce Anayasaya aykırı olduğuna kanaat getirdiği cezaları indirdikten sonra artırabilir mi?
Kanun koyucu, değişiklik gerekçesinde ortaya attığı “cezada ölçülülük” ve “Anayasaya aykırılık” iddialarıyla bağlı mıdır?
Anayasa Mahkemesi, kanun koyucunun cezaları indirirken ileri sürdüğü gerekçelerle bağlı mıdır? Anayasa Mahkemesi, Anayasaya aykırılık gerekçesiyle indirilen cezaların tekrar artıracak yasal düzenlemeleri kanun koyucunun ceza indirimi gerekçelerini temel alarak iptal edebilir mi?
Yukarıdaki soruların yanıtları taraftarlar için pek iç açıcı değil. Yine de hukuki mücadeleyi sonuna kadar götürmek lazım. Olası kanun değişikliğinden sonra yüksek cezalarla yargılanacak taraftarlar, 6250 ve 6259 sayılı Kanunların gerekçelerini mahkemeye sunup, olası kanun değişikliğinin Anayasaya aykırı olduğunu iddia etmeli ve mahkemeden Anayasa Mahkemesine iptal başvurusunda bulunmasını talep etmeliler.
Passolig‘ten sonra yeni bir savaş alanına geçiyoruz.
Türk hukukuna hayırlı olsun.